30 Nisan 2009 Perşembe

Zırvalamak İstiyorum

Saat tam 02.02 Saatlerdir bilgisayar başında mesleki çalışmalarımla uğraşırken gecenin bu vakti oldu.Son günlerde iyice bir anlamsızlığa büründü sanki hayat benim için.İçimde bir hüzün,mutsuzluk ve sıkıntı.Ve bütün bu hislerime rağmen oynamam gereken rolü oynuyorum işte hergün.Beynimin içinden binbir düşünce,umutsuzluk,anlamsızlık ve isyan çığlıkları yükselip iç sesim hayata durmadan çemkirirken,dış sesim etrafımdakilere hergün alıştıkları Yosun'un sakin,duru,kibar sesini yayınlamaya devametmekte.Saçmalamaktan korkan,ağırbaşlı,oturaklı,hassas,asil,hanfendi...Öfff!Bunları yazmanın ben de meraklısı değilim.Kendimi böyle tanımlamıyor olsaydım keşke ben de :( Bunlar kendimi tarif etme sözcüklerim değil.Başkalarının beni tarif ederken kullandıkları sözcüklerdir.Keşke şöyle tarif edilen bir insan olsaydım:Rahat,vurdumduymaz,egoist,aylak,deli,geveze....Bu özelliklere sahip olsaydım hayatta daha mutlu olurdum eminim.Rahat ve vurdumduymaz insanı ne mutsuz edebilir ki zaten!Hele bir de egoistse!Herzaman kendini haklı çıkarır ve mutsuz olacak bir nedeni de olmaz.Bu gece ben de çemkirmek istiyorum.Nasıl olsa beni kimse tanımıyor değil mi?Buraya benim yazdığımı bilen kimsecikler de yoktu.Geçenlerde kız kardeşime verdim bloğumun adını.Bir de onun arkadaşı.Başka kimsecikler bilmiyor.İstediğim kadar çemkirebilirim yani buradan ben de.Bakıyorum, blog açanların neredeyse yarısı bloğunu bir çemkirme aracı olarak kullanıyor.İşine geldiği ,içinden geldiği gibi çemkirip çemkirip duruyor.Millet psikoloğa ne gidip para harcasın tabi, haklı.Burada böyle bulunmaz bir nimete sahibiz!Ne kadar derdin varsa anlat.Psikoloğa gitsen bir tek psikolog var seni dinliyecek olan.Oysa burada öyle mi?Yorumlar da genellikle yapılan çemkirmelere destek çıkacak tarzda."Hoyttt!Noluyor,ne diyon sen?" diyen pek çıkmıyor nasıl olsa.Üstelik sokakta rahatça edemiyeceği küfürleri de burada öyle rahatça sallamak gibi bir özgürlüğe sahipler.Deşarj,deşarj,deşarj!...Buradaki deşarj olma zevkini bir pskologta alabilir mi insan?Ben de çemkirmek istiyorum bu gece!İçimdeki her türlü nefreti ben de kusmak istiyorum.
Nerden başlasam diye düşünmeye hiç gerek yok.Benim hayatımdaki en büyük nefretimden başlamak istiyorum.Erkeklere olan nefretim!Evet,erkeklerden nefret ediyorum?Şimdi bu sözlerimi okuyan erkek okuyucular kıl oldular heralde bana!Siz bana değil,kendi hemcinslerinize kıl olmalısınız asıl.Hala bunu farkedemediniz mi?Nefretimi haketmeyen erkekler de vardır muhakkak.Ama sayıları o kadar az ki!Onların nesli tükenmek üzere...Eskiden onlara olan nefretimi iç sesimle dile getirince içimde bir rahatlama hissederdim.Ama artık bu rahatlamayı da hissedemiyorum.Aksine onlara olan nefretim aklıma gelince daha da bir yoğunlaşıyor bu duygu.O yüzden en iyisi bu konudan uzak durmak.İşte böyle nefret ettiğin bir türle birlikte paylaşıyorsun mecburen dünyayı.İş yerinde de onlarla birliktesin.Nasıl yaşıyorsun diye düşünenler mi var oralarda bir yerlerde?Evet,yaşıyorum.Ama hayatın bu tarafında onları bir erkek olarak görmüyorum.Onları başka bir tür olarak düşünüyorum.Erkek olarak değil.Bir erkeğin erkek olduğunu ne zaman düşünüyorum?Onun "ben erkeğim"mesajını bir davranış,konuşma ya da tavrında hissettiğim zaman.Aslında benim nefretim bireyselliklerine değil.Mesela; "Nevzat bir erkek,ondan nefret ediyorum" şeklinde değil.Nevzat'ın "ben erkeğim"mesajını yansıtan tutumunu gördüğümde,hissettiğimde...
Gelelim asıl konuya...Bu postumu okuyanların asıl merakettikleri nokta...Tabiki biliyorum,"neden erkeklerden nefret ediyorum?"Bunun cevabı çok basit,çok kısa.Şu dünyaya kadın olarak gelseydiniz bunun cevabını çok kısa bir zaman dilimi içinde bulurdunuz.Ya da isterseniz bir kaç günlüğüne kadın kılığına girip yaşamayı deneyin.Eminim,erkeklere olan nefretiniz o kısacık zaman dilimi içinde benimkinin birkaç katı fazlası olacaktır.Bütün bunları yazarken kurunun yanında yaş da yanar misali,onlardan bazılarına haksızlık yaptığımı biliyorum.Ama ben zaten ayrımımı yaptım.Her ne kadar erkeklerden nefret de ediyor olsam ne yazık ki bunu söylerken bir tarafım rahatsız oluyor.Konuyu şöyle bağlamak istiyorum ben.Kadını mal olarak,kadını her fırsatta yararlanılacak bir meta olarak gören,onlardan faydalanmak pahasına adilikte sınır tanımayıp,adinin adisi pozisyonlara girerek gene de kendini kadın cinsinden üstün zanneden zihniyetlerden nefret ediyorum ve bu tür zavallı zihniyetleri kınayarak nefretimle lanetliyorum ...
Benim de bu geceki çemkirme faslım burda sona erdi...Bu arada izlediğim blogların yazılarını süreki takip ediyorum ama sadece içimden gelirse ve o konuda paylaşmak istediğim bir şey varsa yorum yazıyorum.Bilginize... :) hoşçalkalın...

Dipnot:Bak şu Allah'ın hikmetine ki,postu yazdıktan sonra postuma ekliycek resim arıyodum nette.Daha ilk tıklamamda işte nefret ettiğim o basit zihniyetlere rastladım.Özellikle ultimatom nickli (yorumların 1.sayfasında)erkek müsveddesinin yazdığı ileti.Acınacak durumda olduğundan habersiz zavallı bir beyincik!Ve bu geyikoğlu geyikliğe geyiklik etmeden duramamış birkaç bilinçsiz hemcinsim.Geyiğin konusu en üstteki "Herşey Göründüğü Gibi Değil" başlıklı yazı.Link ise şu:
http://www.komikler.com/komikresim/sakalar/31:8170/Herşey_göründüğü_gibi_değil

27 Nisan 2009 Pazartesi

Sardunyalar

Çocukluğumda evimizin bahçesindeki çiçeklerle ne çok uğraşırdım...Bu uğraşım üniversiteyi kazanıncaya kadar devametti.Onları budar,otlarını temizler,toprağını çapalardım.Annem bana onlarla çok vakit tükettiğim için kızardı...Gittiğim yerlerde gördüğüm değişik çiçeklerden getirir ekerdim.Adını duyup bulamadığım çiçeklerden arkadaşlarımda varsa isterdim.Evimizin önü o kadar çok çeşitli çiçek olmuştu ki...Sonra kaktüslere merak sardım.Heralde 15-20 çeşit kaktüsüm olmuştu.O zamanlar sardunyalar benim için çok sıradan çiçeklerdi.Çiçeklere bir değer biçsem,sardunyalar son sırada yer alırdı benim için.Bahçemize onların sadece kırmızısını ekmiştim.Sonraki yıllarda pembe ve mürdümünü de eklemiştim gerçi.Özellikle kırmızı olanın rengi öyle göz alıcıydı ki!..Yalnız onları pek koparmaya gelmezdi.Çünkü o kırmızı yapraklar çabucak dökülürdü.O yüzden de koparmazdım zaten.Bahçede açan çiçek çeşiti azalmışsa koparırdım.Son yıllarda sardunyaları da sevdiğim bir çok çiçek gibi sever oldum...

Çocukluğumuzun 10 Kasımlarında ya da resmi bayramlarında okula, çelenk yapmak için çiçekler götürmemiz gerekirdi.Bahçedeki çiçeklerden toplayıp götürürdüm.10 Kasım kasımpatı zamanına rastlardı.Ve ben beyaz kasımpatını çok severdim...Hatırlıyorum,menekşeyi bir arkadaşımda ilkkez gördüğümde kokusuna hayran kalmıştım.Arkadaşımdan bana kök getirmesini istemiştim hemen.Sonra bahçeye ektim.Suyu çok seviyordu.Kısa zamanda çoğalıp yayıldılar büyük bir bölüme.Hala bahçemizde genişçe bir alanı kaplıyorlar.Memlekete gittiğim zaman bahçedeki çiçeklere gözüm takılır."Bunu ben ekmiştim,bunu da ben getirmiştim,bunu buraya ben ekmiştim,bunu ben ekmedim" gibi hafızamda geriye dönüşler yaparım.Artık eskisi gibi bakımlı bir bahçe yok.Malum,zaten bahçeyi kediler basmış durumda.Çiçeklerle bile oyunlar oynuyor haşarı kediler...

Hımmm!Siz hala eskiden sardunyalara diğer çiçeklere göre neden daha az değer verdiğime mi takılı kaldınız :) Meraketmeyin bilinçaltımla bir alakası yok :)Sadece Akdenizin koynundaki memleketimin sağı solu,bütün bahçeleri sardunya kaynardı.Çiçekle en alakasız insanların ektiği ilk çiçek sardunyaydı.Neredeyse bir ot gibiydi.Akşamsefaları gibi yani .Bizim oralarda akşam sefaları tarlalarda yığınladır.Kendiliğinden çıkarlar,hatta öyle çabuk çoğalırlar ki,sökülüp sökülüp atmaya yetişilemez.İşte sardunyalar da neredeyse onlar gibiydi.Dallarını budar atardım.Attığım yerde belki aylarca kalırlardı ama ölmezlerdi.Gövdelerinin toprağa değiyor olması yeterdi.Ne ölürler, ne de toprağa kök salarlardı.Öyle, iki arada bir derede aylarca kalırlardı...

Memlekette olsam çekip kendi fotoğraflarımı koyardım ama ne yazık ki değilim.Sardunyaların güzelliklerini seyretmek için nette biraz sörf yaptım.Bulduğum hoş fotoğraflardan bir kaçını koyuyorum buraya.Ama menekşelerden de bahsettiğim için onları da koymak istedim buraya.Ne yazık ki özel olarak onları çekmemiştim.Bizim haşarı kedileri çekerken menekşelerin de az çok dahil olduğu fotoğraflar vardı.Onlardan ekledim aşağıya.


Son iki fotoğraf bizim evin bahçesinden.Bu arada alttaki fotoğrafın kenarını kesip ekledim.Bunun ilginç bir öyküsü var.Şaşıracaksınız :)Onun öyküsünü de gelecek sefere yazayım...Herkese sardunya neşesinde günler diliyorum :) Hoşçakalınn...




İlk dört fotoğraf alıntıdır.

25 Nisan 2009 Cumartesi

Mutluluğun Resmi


Kaynak:http://www.diannedengel.com/gallery_showimage.aspx?img=Prints/Home%20Sweet%20Home.jpg

Yukardaki resim Dianne Dengel'in bir kartpostal çalışması.Bir sitede yorumlar yapılmış resimle ilgili.Mutluluk bunun neresinde gibi mesela...Bir yatakta 8 kişi,dam delik,pencerede perde yok ve sanırım belki cam bile...Bizim durduğumuz yerden zor tabi bu resme bakıp mutluluğu görmek.Ama benim bildiğim birşey var ki,o da bu resme baktığımda içimde bir tebessümün oluşması.Ve bu tür yorumları yaparken biraz daha düşünmeli bence.Pencereden içeri giren sisi farkediyorum.Hava serin ya da soğuk olmalı tahminimce...Öyle tatlı bir uyku sarar ki bazen insanı,şuracıkta bir yatak,koltuk,kıvrılıp uyuyabileceğim bir yer olsa diye düşünmez miyiz hiç?Öyle anlar yaşamamış mıyızdır acaba?Buz gibi bir yatakta sıcacık kollar olsun istemez miyiz bize sarılan?Bir çok insan yok mu sokaklarda gazete kağıdına sarılıp uyurken dört duvar hayali kuran?Küçüklüğümüzde kardeşlerimize sarılıp mutlulukla uyumadık mı çoğumuz?Buz gibi odalardaki yataklarımızda bir kardeşin,annenin sıcaklığı ısıtmadı mı bizleri rüyalar alemine dalarken?Üstelik çocuk olmak başlı başına mutluluk demek değil midir zaten?

24 Nisan 2009 Cuma

Cumhuriyet Bilim Teknik Eki'nden


Soru: Bir okuyucumuz soruyor: "Öldükten sonra fosil olmak istiyorum. Bu amacımı gerçekleştirmek için nasıl bir yerde gömülmeliyim? Ne kadar sürede fosil haline gelebilirim?

Yanıt: Fosil olmaya bu kadar meraklı olmanızı takdirle karşılıyoruz. Ancak dünyaya insan olarak gelmekle başlangıçta hata yapmışsınız. Sert, mineralli bir dış kabuğunuz olsaydı ve deniz altında yaşasaydınız şansınız daha yüksek olurdu. Bu durumda elimizdekilerle idare etmek zorundayız. Yani iç kısmında sert bir iskelet, dış kısmı yumuşak bir yapının fosilleşme olasılığını araştıracağız. Eğer dağlara tırmanmaya veya kayak yapmaya meraklıysanız ve yaşamınız bir buzul yarığında noktalanmışsa pörsümüş bir mumya olup çıkarsınız. Ancak bu gerçek bir fosilleşme değildir. Sadece çürümeyi ertelemiş olursunuz. Jeolojik zamanın tahribatına dayanmak istiyorsanız, özellikle dişlere ve kemiklere özen göstermelisiniz. Bunların fosilleşmesi için ilave minerallere ihtiyaç duyarsınız. O yüzden beslenmenize dikkat etmelisiniz. Peynir ve süt bu bağlamda kemiklerdeki kalsiyumu artırır. Ayrıca diş sağlığınızı ihmal etmemelisiniz. Çünkü uzun vadeli bir geleceğin en güçlü adayları dişlerdir. Diş randevularınıza sadık kalmaya gayret edin. Bir sonraki aşamada sıra yer sorununa gelir. Öyle bir yerde ölmelisiniz ki uzun süre sizi kimse rahatsız etmemeli. Bazı insanlar için mağaralar en ideal gömülme merkezleridir. Bunun için de mağaracılık eğitimi almanızı öneririz; özellikle evinizin yakınlarındaki mağaraları keşfe çıkmalısınız. Alternatif olarak çok hızlı bir şekilde gömülmeye bakmalısınız. Bu, cenaze merasiminizin kısa sürmesi gerektiği anlamına gelmemeli. Çok doğal ve dramatik bir gömülme için volkanik bir patlama veya "Aman Tanrım bu ne..." ile başlayan ancak tamamlanamayan cümlelere yol açan doğal felaketleri tam yerinde ve zamanında yakalamalısınız. Bu fırsatı yakalamak için seyahat etmelisiniz. Akarsu taşkınları zamanında vadilerde kamp kurmak bu bağlamda çok yerinde bir karardır. Veya yağmur mevsiminde tropik nehirlerin kıyısında yürüyüşe çıkmanızı öneririz. Böylece son derece ince ve kıvamlı bir çamurun içinde huzurla istirahat edebilirsiniz. Bir başka seçenek de patlamaya hazır bir yanardağın eteklerinde piknik yapmaktır. Ancak bu konuda jeoloji konusunda uzman bir arkadaşınızdan piknik yeri hakkında bilgi almalısınız. Zira unutmayın ki hedefiniz lavların sizi yakarak yok etmesi değil, küllerin altında gömülmektir. Piknikten söz açılmışken, fosilin mide muhteviyatı yaşam tarzına ilişkin çok önemli bir bilgi kaynağı oluşturduğundan son akşam yemeğinizin katı yiyeceklerden oluşmasına özen gösterin. Ancak katı denilince aklınıza pizza veya hamburger gelmesin. Kabuklu deniz ürünleri (kabuklarıyla birlikte yenmesi tavsiye edilir) veya iri çekirdekli meyveler (çekirdekleri olduğu gibi yutmalısınız) geleceğin bilim adamlarına heyecanlı anlar yaşatabilir. Nihai olarak arkanızda bazı izler bırakmalısınız. Sözgelimi ebedi istirahatınıza giderken arkanızda ayak izi bırakmalısınız. Hatta araştırmacıları şaşırtmak için bu yolu seke seke veya hoplayarak kat edin. Böylece ne menem bir yaratık olduğunuzu keşfetmekte biraz zorlansınlar. Şunu iyi bilin ki fosil olma şansınız, milli piyangodan büyük ikramiyeyi kazanma şansınızdan daha azdır. Herşeye karşın fosil olmayı becerirseniz irtibatı koparmayın. Jeologlar her zaman yeni türleri bulmaya can atarlar. Dolayısıyla nerede olduğunuzu bize bildirin. Böylece bir milyon yıl sonra sizi mezarınızdan çıkartırken, uzun süre belleklerden silinmeyecek bir "fosil çıkartma töreni" düzenleyebiliriz.

Kaynak:http://images.google.com

Fotoğraf:http://img.blogcu.com

23 Nisan 2009 Perşembe

REFLEKSLERİMİZ ve TEKNOLOJİ


Hayat bize bazen şu reflekslerimiz yüzünden nasıl da can sıkıcı zamanlar yaşatıyor.Bugün benim için can sıkıcı bir gün oldu.Ama şimdi iyiyim :) "Allah fukara kuluna önce eşeğini kaybettirir,sonra da buldurup sevindirirmiş " derler ya...Benimki de o misal işte...Güler misiniz,içlenir misiniz artık bilmem,anlatayım bakalım....
Tam iki yıl önce bu vakitler almış olduğum cep telefonumun bir süredir mesaj yazarken kendiliğinden kapanması beni sinir ediyordu.Bir de bir kaç gündür çalarken sesini kesip titremekle yetinmeye başlar olunca en iyisi değiştirmek dedim.Zaten belleği de kısıtlı olduğundan az şarkı yükleyebilmiştim.Yarım milyarlık telefonun kısa zamanda bozulması ve ayrıca artık tek maaşla geçimini sağlayan bir birey olaraktan, benim için gereken bütün özellikleri taşıyan, daha alçakgönüllü bir fiata sahip yeni bir cep telefonu aldım kendime pazar akşamı :)
Gelelim bugüne...İşe öğle üzeri gidiyorum ben.Öğleden önce duşumu aldım,kil maskemi yaptım :)Bu arada yemeğimi falan.Banyoda tekrar maskemi yıkayıp çıkardım,sizlere de tavsiye ederim kili gerçekten cildi çok iyi temizliyor :)Bu arada banyodaki çamaşır makinasının üzerine koymuş olduğum cep telefonumu alıp uzunca saçlarımı kurutmadan önce saate bir bakayım dedim.Telefon elimden kayıp yere düşecekti ki,refleks yapıp yakalamaya çalıştım.Bir kaç hamle yaptım fakat tam olarak yakalayamadım ve son hamlemde elimin çarpmasıyla neredeyse 1 metre kadar ilerdeki suyla doldurduğum 2 litrelik bir kabın içine cuppp!Bilerek atsam girmezdi eminim içine.Anında çıkardım sudan ama daha telefon tamamen neresinden kapanır,kapağı nasıl açılır bilmiyorum bile tam olarak...Neyseki daha önce netten okumuştum bu durumda neler yapılacağını.Hemen kapattım kapama düğmesinin hangisi olduğunu tahmin ederek.Her zaman kullandığım markadan farklı olunca zor oluyor bunlar bile.Allahtan alırken izlemiştim kapağı nasıl açılıyor.Kapağı açtım,pili çıkardım,hepsini kuruladım.Vaktim de dar işe gitmeliyim az sonra.Telefonu pirinç kavanozuna koydum nemini alsın diye.Ama içime sinmedi bu kadarı.Telefonu kavonozdan çıkardım,birkaç kez salladım.İçinden su tanecikleri geliyor tezgaha.Sanki parmak uçları ile su serpermiş gibi.Bu işleme devamettim biraz.Tekrar kuruladım.Saç kurutma makinasını telefona biraz uzaktan tutarak kuruttum iyice.Sonra tekrar pirincin içine koydum.Fakat bunları yaparken vakit geçti,beni alıcak arkadaşları bekleteceğim.Haber vermem lazım.Ev telefonu var ama arkadaşların numarasını ezbere bilmiyorum.Bu arada hala bornozluyum,saçlarımda havlu.Evde oğlumun telefonu var ama kapağını açmayı bilmiyorum.Ben tam bunları düşünürken oğlum geldi Allah'tan.Onunda çok acelesi varmış,bazen ben çıkmadan gelmediği oluyor.Neyse açtı kapağı,bu seferde sim kart uymuyor.Bütün cinlerim tepemde artık,deniyor deniyor olmuyor.Allah Allah,bu sim karta noluyo dedim,yoksa ıslanınca şişti falan mı?:)Şöyle bir karşılaştırdım,boyutu diğer sim kartla aynı.Gözlerimi kararttım artık.Zorladım,oldu.Telaştan pın kodumu hatırlayamadım önce.Hatta önce oğlumunkini girdik,sonra benimkini girmek gerektiğini hatırladım.Ama bu sefer de arama başarısız.Bende bir panik.Simkart da mı bozuldu yoksa?Bir daha denedim,neyse çalıyo bu sefer :)Arkadaşa durumu izah ettim kısaca.Beni nereden alacaklarını söyledim.Oğlum çıktı gitti çoktan.Bir koşturmaca başladı,uzunca saçlarımı hırpalayarak taradım,kuruttum biraz.Apar topar giyindim,çantalarımı aldım.Sim kartı alayım yanıma dedim ne olur olmaz.Çocuğu ararım,kontrol ederim.Ama telefonun kapağını açamadım,kırmaktan korktum.Bıraktım çıktım oğlumun telefonunu kapalı olarak.Akşam geldiğimde nedense canım kontrol etmek istemedi hemen.Akşamüstü oğlum geldi dersaneden.Kendisi 8. sınıf ve çok yakında bir liseler sınavı var.Bana bir kötü haber de ondan.Telefonu puk kodu istiyormuş.Pın kodunu yanlış girmiş efendim 2 kere.Gelirken kullandığımız gsm'nin merkezine sormuş,müşteri hizmetlerini arayıp soracakmışız.Daha önce bir kaç kez orayı arayıp sinir edici durumlar yaşadığım için telefonun kitapçığını bulayım daha iyi dedim içimden.Bu arada cep telefonumu denedim,önce açıldı sorunsuz.Tahminettiğim gibi az sonra kapandı.Yeniden açtım,pın kodu yazıcam,bazı numaralar yazmıyor.Defalarca tuşa bastığında o rakam yazıyo.Böyle böyle kodu tamamladım ama bu seferde okeylemiyor.Kapanmıyor da.Kapağı öylece açtım artık bu sefer,attı kafam çünkü.Yeni ısınmaya başlayan peteğin üzerine koydum.Sonra yazın taşındığım bu evin çekmecelerini başladım karıştırmaya.Ama yok!Normalde çok düzenliyimdir ama eve taşınalı uzun zaman olmadığı için ne nerde tam kestiremiyorum.Bu arada bir de yemek yaptım ama canım onu bile yemek istemedi.Artık pes dedim.Telefonumu tekrar deneme vakti.Taktım sim kartı besmeleyle :)Hımm,iyi gelmiş petek :)kapanmıyo.Oğlum babasıyla konuştu,klavuz kitaptan vazgeçtik artık,müşteri hizmetlerini o aradı.Almış puk kodunu.Bu iş de tamam :)
Yalnız arkadaşımın başına da aynı olay gelmiş,telefonun içi paslanıyormuş.Götürelim de içini temizlesinler iyice ,dedi.Çok mantıklı.Zaten konuşurken parazitlenmeler vardı.Kapağı açıp tekrar koydum sıcak peteğin üzerine.Sabaha kadar dursun bakalım.Böylece can sıkıcı başlayan günüm biraz da olsa rahatlayarak sona erdi.Tabi bütün bu yaşadıklarımdan bazı dersler aldım:
  1. "Sürekli erteleyip durduğun, en çok kullandığın telefon numaralarını bir kağıda yazma ve vestiyerin kapak içine yapıştırma işini yappp artık!"
  2. "Bazen işleri oluruna bırakmak daha iyidir".Telefonu bıraksan altı üstü yerde serili olan peluşun üzerine düşecekti ve hiçbirşey olmıyacaktı:)Hoş,refleks bu tabi,mantıklı olmayan anlık tepkiler...Dolayısıyla reflekslerde mantıklı olabilmeyi planlayamayız ,planlı hareket edemeyiz :)
  3. "Banyoya telefonu bir daha sokmak yok".Telefon ya bana daha yakın olan klozete düşseydi!Allah'tan tercih hakkını su kovasına kullandı :)Klozete düşse onu oradan almasına mı,klozeti tıkama ihtimaline mi yoksa telefon direk çöpe gideceği için rehberimdeki bütün numaraların da çöpü boylamasına mı yanacaktım :)
  4. "Unutmuş olabileceğin ilkyardım bilgilerini tazele.Bak,geçenlerde bu durum konusunda araştırma yapmamış olsaydın şimdi 2 günlük telefonuna veda etmiş olacaktın.Kaldı ki ilkyardım ne kadar önemli.Allah muhtaç etmesin."
  5. "Evde bir tane daha cep telefonu makinasını bulundurmak iyi olur.Mümkünse bir daha eski makinayı takas yapma,evde dursun."
  6. "Sim karttaki en azından önemlice olan telefon numaralarını yedeklesen çok iyi olur."
  7. Bu maddeyi her zaman düşünürüm ama,pek fazla uygulayamyorum.İşlerini ucu ucuna yetişecek şekilde planlama."İşe gitmek için evden çıkış saatini biraz daha erkene planla.Değilse bir aksilik olunca işte böyle ortada kalakalırsın."
  8. "En önemli,en çok görüştüğün bir kaç kişinin numarasını ezberle."Malum bazen evde unutuyoruz telefonu,dışardan bir yerden arayayım bari,diyorum ama arayamıyorum :)
Geçenlerde iş dönüşü arkadaş beni yolda bıraktı.Kol çantamı arka koltukta unutmuşum her nasılsa.500 metre ilerde de diğer arkadaşı bırakırken, arabadan inecek olan arkadaş görmüş benim çantamı Allah'tan.Ben de indiğim yerde kalakaldım öylece.Evin anahtarı çantada, eve giremem.Telefon edemem arkadaşa.Çünkü numarasını bilmiyorum.Hoş!Bilsem de üstümde para yok.Eee,belki esnafa rica minnet telefon ederdim parasını ödiycem sonra diye.O anda en makulu arabadan inen arkadaşın evi çok uzakta değil diye düşünüp oraya doğru yürümek oldu.Onun telefonundan ararız diye düşündüm.Ama birkaç metre yürüdüm ki,arkadaş arabayla indiğim yere geldi çantayı vermek için.Şimdi aklıma geldi mesela,taksi tutup evine gitmek istesem beni bırakan arkadaşın evini bile bilmiyodum o zaman.Hoş,para vermeden taksici benim arabadan inmeme izin verir miydi acaba?
Teknoloji güzel şey elbette ama başımızı da ne çok ağrıtıyor bazen.Ve bizi de ne kadar tembelleştiriyor.Çocukluğumda hatırlarım,onlarca kişinin telefon numarası ezberimdeydi.Hepimiz öyleydik.Şu cep telefonları çıktı,zihnimizi kullanmaz olduk.Halbuki zihnimizi ne kadar kullanırsak o kadar genç kalıyor.Ben son yıllarda bunu yapmaya çalışıyorum elimden geldiğince.Ama günlük koşturmacalardan pek vakit ayıramıyorum...
Umarım benim yaşadığım bu tadsızlıkları sizler yaşamazsınız.Hoşçakalın.....

21 Nisan 2009 Salı

Alıp Başımı Gitmek İstiyorum


Nasıl bir Dünya'da yaşıyoruz böyle?
Alıp başımı gitmek istiyorum çok uzaklara...
İki yudum suyum mataramda
Ve iki lokmam yanımda,
Uzak olmak istiyorum insanlıktan
Sahteliklerden,koşturmacadan,medeniyetten
Ve sonu gelmek bilmeyen bu yarıştan,
Yelken açıp yalnızlıklara...

Alıp başımı gitmek istiyorum çok uzaklara...
Leylekler gibi,turnalar gibi,
O köy senin,bu diyar benim,
Rüzgarla kanat çırpmak istiyorum
İstediğim her yana...

Alıp başımı gitmek istiyorum, gitmek,
Susmak istiyorum
Bir ömür boyu...
Ne kimseyi anlamak
Ne kendimi anlatmak...
Uzak olmak istiyorum
Dünya'nın bu işlevsel çarkından,
Bu halkadan kopmak...

Alıp başımı gitmek istiyorum engin denizlere...

Alıp başımı gitmek istiyorum...
Yüreğimde senle...

Fotoğraf:http://www.forumturka.net/

17 Nisan 2009 Cuma

Ayrılık Sevdaya Dahil 4

Yalnızlık,
Hızla alçalan bulutlar
Karanlık bir ağırlık.
Hava ağır, toprak ağır, yaprak ağır
Su tozları yağıyor üstümüze,
Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır?
Eflatuna çalar puslu lacivert bir
Sis kuşattı ormanı,
Karanlık çöktü denize.
Yalnızlık,
Çakmak taşı gibi sert,
Elmas gibi keskin,
Ne yanına dönsen bir yerin kesilir,
Fena kan kaybedersin
Kapını bir çalan olmadı mı hele,
Elini bir tutan...
Bilekleri bembeyaz kuğu boynu,
Parmakları uzun ve ince,
Sımsıcak bakışları suç ortağı,
Kaçamak gülüşleri gizlice...
Yalnızların en büyük sorunu,
Tek başına özgürlük ne işe yarayacak?
Bir türlü çözemedikleri bu...
Ölü bir gezegenin
Soğuk tenhalığına
Benzemesin diye,
Özgürlük mutlaka paylaşılacak
Suç ortağı bir sevgiliyle...

________________ATİLLA İLHAN

15 Nisan 2009 Çarşamba

Karadeniz


Rize'de dağlar,tepeler,şehir merkezindeki evlerin bahçeleri bile çay bahçeleridir.Boş 1 metrekare bulamazsınız.Yeşil olmayan yerler ya yoldur,ya bina.Açıkta kaya bile göremezsiniz.Kayalardan yapılan iskeleler,dalgakıranlar bile bir süre sonra kendiliğinden ağaçlarla kaplanıp denizde büyümüş ağaçlar izlenimi verir.


Doğa, yeşiline kah eflatun,kah beyaz,kah sarıyla renk katar yer yer...

Güneş sabah yeşil tepelerden kendini gösterir ve akşamüstü kendini Karadeniz'in serin sularına bırakır.Bu sırada tüm balıkçı tekneleri,takaları denizin bereketinden kendi kısmetlerine düşeni alabilmek için yolu yarılamıştır bile...

Burası da Fırtına Deresi'nin kıyısından bir bölüm...

Bu gördüğünüz fotoğrafta sisin yerden yüksekliğini birkaç metre sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz...Yaklaşık 1 km. aşağıda deniz...Burası Ordu Boztepe.Eteklerinde Ordu şehri serpilmiş...

Burası da Rize'de ara ara gidip piknik yaptığımız bir kıyı,Sarayköy.....

Sarp Sınır Kapısı yakınlarında muhteşem manzaralı kumsallar vardı.Ama bütün pozlarda ben de vardım,koyamadım buraya.Kumsal ile yol arasında kalan küçük kayalık bir tepe ve Rize'nin ensevdiğim yanlarından biri olan martıları burda da çıktı karşıma.Yuvasında,hem de yavruları orada,fotoğrafta görünmeseler de....

Ve ben ayaklarımı Karadeniz'in serin sularına sokmuş,balıkçı kayıklarını izlerken....



Rize kordonunda yürüyüşe, sadece insanlar çıkmıyordu elbet :)

Bu tepe de Rize'nin hemen yükseliveren tepelerinden sadece biri ve hemen aşağıda şehir var...

14 Nisan 2009 Salı

Kediler Kolbastı Oynarsa

Biraz neşeeeee :))

Aşağıdaki linkte hareketlisini görebilirsiniz...
Kaynak:http://www.main-board.net/kolbasti/178070-kediler-kolbasti-oynarsa.html

Bu Gece En Hüzünlü Şiiri Yazabilirim

Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim,
Şöyle diyebilirim: Gece yıldızla dolu
Ve yıldızlar, masmavi titreşiyor uzakta,
Şakıyarak dönüyor gökte gece rüzgarı...

Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim,
Sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara.
Kollarıma aldım bu gece gibi kaç gece,
Kaç defa öptüm onu sonsuz göğün altında...
Sevdi beni o, ben de bir ara onu sevdim,
O durgun, iri gözler sevilmez miydi ama...

Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim,

Yokluğunu düşünüp, yitmesine yanmakla.
Duyup geceyi, onsuz daha engin geceyi.
Ota düşen çiy gibi, düşmekte şiir cana,
Ne gelir elden, sevgim onu tutamadıysa.

Gece yıldız içinde, o yoldaş değil bana,
Hepsi bu,uzaklarda şarkı söylüyor biri,
Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca,
Gözlerim arar onu, yaklaştırmak ister gibi,
Yüreğim arar onu, o yoldaş değil bana...

Artık sevmiyorum ya nasıl, nasıl sevmiştim...

Sesim arar rüzgarı ulaşmak için ona,
Ellere yar olur,öpmemden önceki gibi...
O ses, ışıl ışıl ten ve sonsuz bakışlarla,
Artık sevmiyorum ya severim belki yine,
Ne uzundur unutuş ah, ne kısadır sevda,
Böyle gecelerde kollarıma aldım çünkü,
Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca...

Belki bana verdiği son acıdır bu acı,
Belki son şiirdir bu yazdığım şiir ona.

__________________Pablo Neruda

13 Nisan 2009 Pazartesi

Mutluluk Kendini Kandırmak mı?

İnsanı bazen nasıl da bir ölüm arzusu sarıyor...Birgün nasıl olsa yaşayacağımız o sona bir an önce varmak duygusunu öyle derin hissediyorum ki içimde...Öyle bir bıkkınlık,öyle bir umutsuzluk,öyle bir,öyle bir....

Mutluluk diye birşey var mı?

Mutluluk

Kendini kandırmak mı?...

12 Nisan 2009 Pazar

Annemi Canından Bezdiren Sevgili Kediler

Geçen yaz bizim evdeki,daha doruğusu bahçedeki kedi sayısı 10'u geçmişti.Eve girmek ne hadlerine,annemden ödleri patlıyordu...Ama gene de arada bir gözlerini karartıp,tel kapıyı kısa süreliğine açık bırakılmış olarak yakalayıp,annemin bağırmalarını sineye çekmeye razı olaraktan içeri dalanlar olmuyor değildi...Tabi sonrasında bir ton laf,bazen de peşlerinden fırlatılan terlik :)Eh!Kadın da haklı bir yerde,evin kalabalık nüfusu(yaz tatilinde) yetmiyormuş gibi,bir de onların tozlu topraklı ayaklarıyla eve dalması...Sanırım bu yaz 12 taneydiler.


Hepsinin ismini hatırlayamıyorum şimdi...Burası bahçenin tam kapıya karşı düşen kısmı...Kapıyı burdan dikizlemek zevkliydi sanırım.Boş bir anı kolluyorlar :)


Bu da kaçık kızkardeşim.Bizim oralarda kamelyaya "talvar" denir.Yazın,yavruları mekanlarından talvara getirip, (her öğleden sonra) sevme seansımız vardı.Psikolojimize de çok iyi geliyordu inanın :) Yalnız kedilerin psikolojisi için aynı şeyi söylemek doğru olmaz açıkçası.Onları severken hıncımızı alamıyorduk çünkü.Dövüle dövüle sevilmek, pek istenilen bir sevilme tipi olmasa gerek :) Üstelik sevilirken, bir de onlara yakılmış sevgi namelerini (kulakları çınlatırcasına) dinlemek zorunda kalıyorlardı kızkardeşimden....



Kaçık kızkardeşim,üstteki gördüğünüz yavruya nedendir bilinmez Haydar D m n diye seslendi durdu.O da, ortada bir profesör edasıyla dolandı bütün yaz.Daha doğuştan...Ne şanslı kedi di mi :) (Haydar Bey'in hoşuna gitmez diye sansürledim adını,Duman mı deseydim yoksa? :) )


Bu da Zeytin.En başta gelen hobilerinden biri annemin bahçe süpürgesiyle oynamaktı...

Bu oyunlara sık sık Haydar D m n de katılır,ikisi bilikte annemin" süpürgemi mahvettiniz" diye söylenmelerine aldırmadan saklambaç oynamaya devamederlerdi...



Bu da ,bizim evdeki bütün kedi nüfusunun sorumlusu olan sevgili "Ana Kedi".Bu fotoğrafı şubat tatilinde akşam çekmiştim, biraz karanlık çıkmış o yüzden.Bizim evdeki bütün kedi bireylerinin kökeni ona dayanır.Adından belli değil mi zaten.Gerçi adı önceden Boncuk'tu.Ama zamanla evin en yaşlı kedisi konumuna geçince adı da değiştirilip Ana Kedi olarak kaldı.Eeee,yaşamında zor dönemler de yaşamadı değil tabi.Bizimkilerin anlattığına göre bir ara evden kaybolmuş bir kaç gün,sonra perme perişan vaziyette geri dönmüş.Halinden anlaşılmış neden kaybolduğu.Artık bir başka kedi mi,yoksa bir köpeğin mi (ki bizim oralarda köpek yok denecek kadar azdır,bu yüzden yabancı bir kedinin saldırısı olduğunu düşündük)saldırısına uğramış anlaşılamamış ama perişan hale getirilmiş.Ve bu saldırda sol gözünü kaybetmiş ne yazık ki...Yukarıdaki Zeytin ile Haydar onun çocukları :)Bir tane daha varmış,ama annem evdeki kedi sayısını azaltmak için evlatlık vermiş komşulardan birine,evdekilerden habersiz.



Bunlar da, üstkatta oturan kızkardeşimin kapı önünü mekan yapmışlardı kendilerine genellikle.Kızkardeşimin kapısını kolluyor,arada bir içeri dalıyorlardı.Kızkardeşim ile erkek kardeşimin daireleri yanyana.Ve erkek kardeşim kedilere çok düşkündür.Aynı sorun, onların evinde de vardı.Ama kedilerin içeri dalması erkek kardeşim için değil, eşi için bir sorundu tabi.Eşi, kedileri kızarak dışarı attığı için aralarında "benim kedimi dövemezsin!" gibi dialoglar geçmemiş değildi :)

Pofuduk talvarda yavrularıyla...Yuvasında yavruları bulamadığında onları nerde bulacağını çok iyi biliyordu...En sonunda dayanamadı,onları bahçenin uzaklarda bir yerine, üzeri asma yapraklarıyla örtülmüş yıkılmış bir duvara kaçırıp yerleştirdi gizlice.Ama tabi bizim gibi azimli kediseverlerin elinden hiçbirşey kurtulamazdı.Bir kere bu kedisevme seanslarının bağımlısı sadece biz değildik,kaçık kızkardeşim ile benim birer oğlumuz var.Bazen talvarda sohbete dalıp vakti biraz geçirsek bir bakmışız,çocuklar yavruları alıp getirmişler, yada" yuvaya gidelim" de "gidelim" diye başımızın etini yiyip dururlar...Hatta büyük kedilere kızıp duran annem bile, unuttuğumuz bu seansın yaşanması için alıp getirirdi yavruları...Yani yavruların hiçbir şekilde bu günlük sevilme işkencesinden kurtuluşları yoktu :) )


Denizde kum,bende kedi fotoğrafları :) Aman aman,ne çok vakit alıyor bu blog işleri.Diğer bloğumu blogcuda yapmıştım.Birçok kategorim vardı onda.Yemekler yapmak,fotoğrafını çekip pikselini ayarlamak falan ne çok vaktimi alıyordu.İngilizcem olmadığı için daha zor olmuştu herşeyi kendi kendime öğrenmek.Ama acayip inatçı bir yapım var benim.Kafayı bişeye taktıysam mutlaka yaparım.O bloğumu yaparken hatırlıyorum ilk başlarda bir gün 17 saatimi bilgisayar başında geçirmiştim.Başarının verdiği sevinç, mutluluk buna değer değil mi?...
Bu bloğum çok sade şimdilik.Bu sadeliği bozmayı pek düşünmüyorum.Diğer bloğumu da taşımayı düşünüyorum bazı özel sebeplerden dolayı buraya.Ama şimdilik değil,biraz daha zamanı var...Neyse gene koyarım bir ara kedi fotoğraflarımdan.Kediseverler için :) ... Hoşçakalın ...

11 Nisan 2009 Cumartesi

Özgürlüğün Prensi


Sen özgürlüğün prensi,

Ben onun dışında kalan bir köle,

Hayata açtım gözlerimi,

Serpildim,

Alarak cinsiyetimin terbiyesini...


______________ (geçmişten bir şiir)

10 Nisan 2009 Cuma

Bu Yarım

Bu yarım yok mu benim...
Çekmek istemeyene çekilmez...
Adamın yüreğini isterim...

Umutlar bağlama bana,
Güzel hayaller kurma,
Rüyalarına alma...

Sevmek güzeldir amma,
Adamı pişman ederim...

Korkuyorum

Kelimeler dilimin ucuna gelip gelip gidiyor,
Kafamda soru işaretleri,
Korkutuyor yaşam,gelecek,sevmek
Ve bu bilinmezlik...
Korkuyorum...
Ben mi tuhafım,benim dışımda herkes mi,
Korkuyorum bu sorunun cevabını duymaktan,
Korkuyorum...
Ya ben tuhafsam!...

Bir yanım en pembe çiçeklerini açıp
Bakarken geleceğe umutla,
O karanlık yanım çeker dizginleri...

Sevmenin koynundan yorgun çıkmışım,
Artık inancım kalmamış ödünsüz aşklara,
Çok hırpalanmış,örselenmişim,
Kukla olmamak adına,
Yıllarımı,gençliğimi tüketmişim...

Bilmiyorum,iyi mi etmişim!...
Geldiğim yere bakınca...
Kendimi kazanırken, aşkımı kaybetmişim...

Korkuyorum
Bir kez daha yıkılmaktan...
Korkum,
Değil yıkılmaktan!
Tuhaflığın "kendimde" olduğunu anlamaktan...


7 Nisan 2009 Salı

Tatlı Düşüm


Aradığım huzurlu aşkı bulamadıysam,

Diğer yarımı bulamadıysam...

Her gece kanepe tepelerinde uyuyakalıyorsam,

Beni konuşmadan da anlıycak seni özlüyorsam...

Bir türlü mutluluğu bulamıyorsam...

Ne yapalım?

Mutluluğun hayali de mi yasak!...

Ağırlaşan gözkapaklarımda her gece,

Tatlı bir düşsün bitmesini istemediğim...

Sana sarılır gibi yorganıma sarıldığım...

Diğer yarım nerdesin?....

2 Nisan 2009 Perşembe

Dağ Laleleri

Özlemiştim onları...Yıllar olmuştu beyaz,pembe,eflatun varlıklarıyla memleketimin kırlarını mağrurca donatışlarını görmeyeli...En çok da pembeye...Ama onları görmek için iyi bakmak lazım...Onlar kendilerini insanların gözüne gözüne sokmazlar.Boyları bir karışı geçmez.Oldukları yerde sıkça bulunurlar genelde.Ama uzaklardan görünmezler.Ne gelincikler gibi ,ne papatyalar gibi reklamlarını yapmazlar metrelerce uzaktan.Maydonozu andıran yere yapışık bir kaç dal,ortasından tığ gibi uzanan tek bir gövde ve üzerinde o mağrur edayla duran çiçeği...Nedendir onları bu kadar sevişim bilinmez...Belki de çocukluğumu hatırlatışından...Çocukluğum Akdeniz'in o küçük kasabasında yaşandı bitti.Taa ki, lisansımı yapıncaya kadar.18 yılım orda yaşandı,son 18 yılım ise oradan uzakta.Gidiyorum elbet arada.Ama ne ben o eski benim,ne de dağı,taşı,toprağı...Eh!Ne de olsa,"bir ırmakta iki kere yıkanmaz".
Yakalayabilir miyim diye düşünmüştüm onları.Yağmurlarla özdeşleştirmiştim mevsimini ama sonbahar mı,kış mı,ilkbahar mıydı emin değildim.Oysa çocukluğumda belki onları görmediğim gün yoktu.Unutulabiliyormuş demekki...

Bu bakımdan sarı papatyalar ve gelincikler daha şanslıydı.Onlar ilkbaharın sembolüydü zihnimde ve tabi gerçekte.Gelinciklerin süslemediği yer yoktu oralarda ve beyaz papatyaların da.Ama sarı papatyalar da özeldi benim için dağ laleleri gibi.Çünkü onlar da her yerde önümüze çıkıvermiyordu.Onların güzelliğini görebilmek için Fener Tepesi'ne gitmeliydim.Ne yazık ki onları da en son oğlum 3 yaşındayken görebildim.10 senedir her ilkbaharda aklıma gelir,içim sızlar.Bu yıl şubat başında oralardaydım.Dallar tomurcuk tomurcuk olmuş,bir kaç tanesi açmış.Bir kaç kare çektim.Ama üzüldüm.O kocaman papatya tarlasından pek birşey kalmamış.
Dağ lalelerinin bol bol fotoğrafını çektim.Üstteki 2 fotoğrafı ben çektim.Alttaki sarı papatyalar da gene benim memleketten.Mersin'in küçük bir ilçesi.Ama fotoğraf bana ait değil.Fener Tepesi'nin hemen yakınları.Görünen yapı tarihi bir kilise.Fener Tepesi de dahil tarihi yapılardan dolayı sit bölgesi.Tarihi yapılara önem verilmesi güzel birşey elbette ama doğal güzelliklerimize de daha çok önem verebilsek keşke...